Beypazarı İlçesi

Beypazarı, İç Anadolu Bölgesi'nde Ankara'ya bağlı bir ilçedir. Ankara'nın 98 km. batısında, denizden ortalama 700 m. yüksekliktedir.
İsim kökeni[değiştir
Osmanlı Devleti'nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan tımarlı sipahi merkezleri'nden birisi olan Beypazarı, yöredeki sipahi beyine ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden Beğ Bazarı diye adlandırılmıştır.

Beypazarı, Roma döneminde, İstanbul'u Ankara ve Bağdat'a bağlayan önemli büyük tarihi geçit yolları üzerinde bulunmaktaydı. Bilinen ilk adı "kaya doruğu ülkesi" anlamına gelen Lagania idi[2] ve Bizans İmparatorluğu'nun piskoposluk merkeziydi. M.S. 491-518 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Anastasios'un ziyaretine atfen şehrin adı, Lagania - Anastasiopolis (Anastasios Kenti) olarak değiştirildi.

Tarihçe[değiştir 
Beypazarından Görünüm2.jpg
Beypazarı toprakları pek çok çok eski uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. İlk yerleşimi işaret eden net bilgiler bulunmamakla birlikte yerleşim yeri olarak kullanılmasının eski çağlara dayandığını gösteren bulgular vardır. Bu yüzden üzerinden değişik hakimiyetler gelip geçen Beypazarı topraklarında biriken tarih farklı kültürlerin izlerini taşımaktadır. Beypazarı’nın Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde deyinmeden geçemediği tarihi önemi, bu farklılıklarla beslenmiştir.

Eski bir yerleşim yeri olan Beypazarı topraklarında, sırasıyla Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlıların egemen olduğu bilinmektedir.

Selçuklular döneminde Beypazarı, İstanbul - Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Beypazarı, Orhan Bey'in Ankara'yı alması ile Hüdavendigâr (Bursa) Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine geçmiştir.

Roma döneminde, "Lagania" adlı alan bu yöre bir piskoposluk merkezi haline gelmiştir. "Kaya Doruğu" anlamına gelen bu ad daha sonra o dönemlerde hüküm süren İmparator Anastasius’un (M.S. 491 – 518 ) bölgeye ziyaretiyle "Lagania Anastasiapolis" olarak değişmiştir. İstanbul’u Ankara’ya ve Bağdat’a bağlayan geçit yolları üzerindeki konumuyla ticari anlamda parlak dönemlerini yaşamıştır.

Türklerin Anadolu’ya egemen oluşuyla Türkmen boylarının da yurdu olur Beypazarı.Bu boylardan en önemlisi Kayı Boyu'dur. Selçuklu Sultanlığı kendilerine yurt olarak yer göstermiş, Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in dedesi Gazi Gündüzalp'in mezarı Beypazarı'nın Hırkatepe Köyü'ndedir.

Mimari
Beypazarı,konakları ile meşhurdur. Genellikle iki ya da üç katlı olan konaklar yapılırken işlevsel ve kültürel detaylarla bezenmişlerdir. Bu Evler zemin katları taş, üst katları ahşap iskelet içine ahşap veya kerpiç dolgu sistemi kullanılarak inşa edilmiş.

Bahçeli evlerin bir özelliği olan ve "çantı" olarak da bilinen "guşgana", tipik Beypazarı evlerinin en üst kısmında bulunan küçük bir bölüm. Bu bölüm inşaata yarıda kalmış hissi verse de aslında kasten o şekilde yapılandırılmıştır. Beypazarılılar, hem aileleri genişlediğinde evi büyütme ihtimalini düşünerek hem de yiyeceklerini kuruturken veya muhafaza ederken de yararlanmak amacıyla böyle bir yapı tercih etmişler. Guşganalar yazın sıcaktır; kışlık ihtiyaçlar kurutulur ve kış geldiğinde de o aylarda soğuk olan bu kısımda bozulmadan saklanır. Yarının erzakını bugünden hazır eden tedbirli Beypazarılı, sıcak kanlı olduğunu da evlerini birbirine bitişik yapmış olmasıyla açığa vuruyor.

Birbirine komşu evlerdeki kapılar, pencereler, guşganalar birbirine bakar durumda. Bu iç içe yerleşim tarzı sosyal yaşamın ve ilişkilerin samimiyetine işaret ediyor. Eğimli kesimlerde bulunan ve bahçesiz olan evlere giriş direkt olarak sokaktan yapılıyor. Küçük bahçeli evlerde ana girişle bahçe girişi sokakla bağlantılı biçimde düzenlenmiş. Büyük bahçeli evlerde önce bahçeye ardından eve ulaşılıyor. Evlerin girişlerinde; "hayat" diye adlandırılan kısımda, kıymetli eşyaları yangınlardan, yağmacılardan korumak için kullanılan demir kapılı mahzenler yer almakta. Dışarıya küçük pencerelerle açılan zemin katta bulunan taşlıkta genellikle ocak ve yalak bulunur.

Bu kat, asıl yaşam alanı olan üst katlara ilk birkaç basamağı ahşap olan merdivenlerle bağlanır. Katlar arasında ulaşımı sağlayan merdivenlerin başında mamrak denen ve depo olarak kullanılan bölümleri örten kapaklar bulunmaktadır. Yöre dilinde çardak olarak adlandırılan sofa bölümü etrafında mutfak ve tuvalet gibi alanlar vardır. Bazı evlerdeki sofa etrafında dışa dönük eyvan, sekilik gibi düzenlemeler yapıda hareketlilik yaratan çıkmalar oluşturur. Sofalar geniş ya da kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır.

Beypazarı evlerinde yerel dilde "dinme dolap" diye adlandırılan ve katlar ve bölümler arasında yatay ve düşey servis sağlayan döner dolaplar vardır. Ev çatıları genellikle alaturka kiremitten yapılmıştır. Son zamanlarda onarım amaçlı elden geçerken kolay uygulanabilirliği ve ucuzluğu düşünülerek sac malzemeyle kaplanmış çatılar da bulunmaktadır. Bahçeli evlerde sokak yönündeki bahçe duvarlarının oldukça yüksek olması dışarıya karşı tedbiri vurguluyor.

Bahçelerin komşu evlerle neredeyse bitişik olması da halk arasındaki güven duygusunu düşündürüyor. Anadolu evlerinin genel mimari özellikleri ile birlikte gelişmiş olan konakların çamdan kapılarını aralayarak samimi, sıcak yaşantılara göz atabiliyor insan. Göz atmakla kalmayıp, içinde konaklayarak, konaklarda sunulan yöresel yemekleri tadarak bu yaşantıdan birkaç gün çalabilirsiniz.

Yöresel kültürü yansıtan değerlerin sunulması için Beypazarı Konakları’nın bazıları restoran veya pansiyona çevrilmiş. Daha küçük evler de yöresel gıda ürünlerinin satıldığı mağazalara ya da el işçiliği alanında büyük önem taşıyan Beypazarı gümüşçülerine mekan olmuşlar.

El sanatları
Yıllar boyu gümüşü, bakırı, demiri, deriyi, ipeği işleyen Beypazarı halkı bu sanatlardan geçimini sağlamaya devam ediyor. Günlük yaşamın bir parçası olarak karşımıza çıkan el emeği göz nuru ürünler yalnızca turistlere hitap etsinler diye işlenmemekte; aynı zamanda, yöre halkının ihtiyaçlarına cevap vererek bir gelir kaynağı teşkil etmekte. Beypazarı, kültürü ve geleneklerini yaşatan, kendini bu işe adamış el sanatı ustalarıyla el sanatları tezgâhları turistik ve yaşamsal anlamda büyük önem taşımaya devam ediyor.

Telkari
Beypazarı’na Ahilik yoluyla kazandırılmış bu sanat Beypazarılılar için oldukça eski bir uğraştır. Gümüş işlemeciliğinin en gözde sanat olduğu bu ilçede gümüş madeninin bulunduğu düşünülmesin. İlçeye gümüş başka illerden geliyor ve burada usta ellerle buluşup harika aksesuarlara dönüşüyor. Gümüşün işlenip ince tel haline getirilerek şekillendirildiği bu tekniğe telkari denir. Telkari işçiliğiyle kemer, kolye, bilezik, küpe, iğne, başlık gibi takı ve aksesuarlar yapılıyor. Bu özgün ürünler ilçeye gelen ziyaretçilerin ilgisini oldukça çekiyor. Mardin başta olmak üzere, Türkiye'nin ve yurt dışında birçok yerde alıcısını bularak ticari pazarı hareketlendiriyor.

Dokumacılık
İlçede bu sanattan ortaya çıkan ürünler hala kullanılıyor. Suni ipek, pamuk ipliği ve yün ipliği kullanılarak icra edilen sanat, bir aile mesleği olarak devam ettiriliyor. Dokuma tezgahlarında kıldan kumaşlar dokunuyor ve kışın giyilecek şalvar, yelek gibi giysiler dikiliyor.

Beypazarı’nda "ipekli bürgü" yöreye özgü dokuma olduğundan oldukça büyük önem taşıyor. Bürgü, kadınların örtünmek için kullandığı bir tür örtüdür ve çok eski dönemlerden beri dokumacılığın vazgeçilmez ürünlerindendir.

Yemenicilik
Türkiye'nin Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Kilis gibi şehirlerinde de devam ettirilen yemenicilik Beypazarı için oldukça önemli bir sanattır. Deriden yapılmış kısa konçlu ayakkabı olarak tarif edilebilecek yemeniler Beypazarı’nda oldukça ilgili görüyor. Renk renk boyanmış deriler, ustalarının ellerinde biçimlenip ayaklara yarıyor. Yemenilerin de telkari işi takılar gibi, hem yurt içinden hem yurt dışından alıcısı mevcut.

Bindallı - El İşlemeleri
Dokuma işi olan veya ince deriden yapılmış birtakım giysilere ya da eşyalara, iğne ile farklı renklerde, özelliklerde iplikler kullanılarak yapılan süslemeler işleme olarak adlandırılır. Beypazarı yöresinde en yaygın ve ön plandaki yöresel giysi türü olan sırma işlemeli "bindallı”lar çeşit çeşit desenle süslenir. Her genç kıza annesinden kalan bu değerli elbiseyi, "çevre" adı verilen minik örtülerin işlenmesiyle süslenmiş tülbentler tamamlar.

Dövme Bakırcılık
Beypazarı’nda yaygın olarak icra edilir. Bu sanat bakır madeninin dövülerek işlenip genellikle mutfakta kullanılan çeşitli eşyalara dönüştürülmesi işidir. İlçede en çok ilerlemiş sanat olarak görülür. Bakır ustalarının elinde çekiç ve örs ile dövülerek hayat bulan maden; tencere, tava, kazan, ibrik, güğüm ve sigaralık gibi eşyalarla halkın yaşantısındaki yerini hala korumakta.

Demircilik
Ateşin şekillendirdiği sanatla ortaya çıkan emek demircilik. Ateş ocaklarında yumuşayıp şekil alan demir; örs, çekiç, balyoz ve maşa kullanılarak çeşitli eşyalara, araçlara dönüştürülüyor.

70 yıldır uygulanan sanat, eskisi kadar olmasa da ilçede varlığını hala devam ettiriyor. Halkın günlük hayatında işlev sahibi olmayı sürdürürken, ustasına gelir kaynağı oluyor.

Semercilik
İçinde bulunduğumuz yüzyılda bu mesleğin sürdürüldüğü ender yerlerden olan Beypazarı’nda eskisi gibi yaygın olmasa da semercilik hala icra edilen bir sanat. Bir kervan yolu üzerinde bulunan Beypazarı’nda semerciliğin gelişmesi şaşırtıcı değil. Ancak zamanla ulaşım araçlarının değişmesiyle eskiye göre oldukça az ürün verilmekte. Yine de, yeni üretim ve onarım hizmeti hala halk içinden alıcısını buluyor ve ustalara gelir kaynağı oluyor.

Saraçlık
Eski dönemlerde ulaşımda yaygın olarak kullanılan at arabalarının gerekleri sonucu gelişen bu sanat, deri ve meşinden yapılma eşyalar işlenilerek icra edilir. Ustasına saraç adı verilir. At takımları, araba koşumları, eyer, semer gibi takımların deri kısımlarının tamiri ve üretimi işidir. Beypazarı'nda halen yaşatılmakta olan bu mesleğin Türkler için önemi büyüktür.

İnözü Vadisi
İnözü Vadisi'nden bir görünüm.
Vadinin derin havasına alandaki doğal bitki örtüsü ve birtakım tarihi kalıntılar eklenmiş. Beypazarı’nın kuzeyinde bulunan vadinin iki tarafı balık sırtı görünümünde yükseliyor. İnözü Çayı’nın aşındırmasıyla oluşmuş vadide kayalıklara oyulmuş çok sayıda mağara bulunuyor. Mağaraların bir bölümü çok yüksekte olduğundan ziyaret edilmeleri pek mümkün olmuyor. Bu mağaraların, o devirde yaşayanlar tarafından kullanılan, ziynet eşyalarının da muhafaza edildiği mezarlar olduğuna dair çeşitli göstergeler bulunuyor. Ancak, arkeolojik anlamda bir çalışma yapılmadığından kesin veriler elde edilememiştir. Doğal mağaralardan oluşturulmuş kullanım alanlarına işaret eden alanlar da dikkat çekmekte.

2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında, bu vadi doğal ve arkeolojik sit alanı olarak koruma altındadır. Vadide gezinirken oturup doğanın tadını çıkarabileceğiniz ve yöresel yemekleri tadabileceğiniz tesisler de bulunmakta.

Yöresel yemekler ve tatlılar

Yendiğinde akla sadece Beypazarı’nı getirecek lezzetler oldukça çok sayıda bu yörenin mutfağında. Bakır işçiliğinin yaygın olduğu ilçede ustaların emeğiyle ortaya çıkan bakır güğümler, tencereler, kazanlar, tavalar, ibrikler bu lezzetlerin hazırlanmasını ve sunumunu bezeyen inceliklerden.

Mamuller taş fırınlarda pişiyor ve özel yemeklerine adını veren toprak güveçler de sulu yemeklerin pişirilmesinde kullanılıyor. Yörede yetişen ürün çeşitliliğiyle doğru orantılı olarak, sebze ve meyvelerin, mevsiminde tazeleri, kışın da kuruları tüketiliyor. Beypazarı konaklarındaki özel bölümler bu kuru yiyecekleri saklarken, yöre dilinde “dinme dolap” denilen döner dolaplar mutfakla katlar arası düşey ve yatay servisi sağlayarak yöresel mutfak alışkanlığının bir parçasını yansıtıyor.

Beypazarı yöresel mutfağıyla meşhurdur. Beypazarına has şekillerde yapılan yemek ve tatlılar arasında tarhana, yaprak dolması (sarması), yalkı, bici, göce, perçem, yarımca, Beypazarı güveci, kartalaç, bazlama ekmeği, oğmaç, tohma, şerit, uruş kapaması, Beypazarı kurusu, mumbar (Beypazarı sucuğu), baklava (80 katlı yufka), ebesüt, höşmerim ve havuç lokumudur. Bu yemek ve tatlıların bir kısmı Türk Patent Enstitüsü'ne kayıtlıdır. İlçede turizm sektörünün canlanması ile yöre mutfağı canlandırılmıştır.

Uluslararası Beypazarı ve Yöresi Festivali[değiştir
Ana madde: Beypazarı Festivali
Her yıl Haziran ayının ilk haftasında "Geleneksel Tarihi Evler, El Sanatları, Havuç ve Güveç Festivali" düzenlenir. Yerli ve yabancı gruplar gösteriler düzenler, konserler verilir, yöresel yemekler ve tatlılar tanıtılır. 2006 yılındaki festivale, iki günde 110 binin üzerinde katılım gerçekleşmiştir.

Ulaşım
Ankara’ya 98 km. mesafede bulunan Beypazarı’na ulaşmak için karayolunu tercih edecek olanlar Ankara’dan geçiş yapabilirler. Ankara'da bulunan Etlik Otobüs Terminali'nden (Eski Garajlar) saat başı, Akköprü’deki Ankamall Alışveriş Merkezi’nden de yarım saat arayla hareket eden otobüs ve minibüslerle ilçeye gidilebiliyor.

Kendi araçlarıyla ulaşmak isteyenler Ankara-İstanbul yolu üzerinde bulunan Sincan-Yenikent yol ayrımından devam edip Yenikent istikametinden Ayaş-Beypazarı yoluna çıkmalıdırlar. İstanbul'a 320 km. uzaklıkta olan ilçeye İstanbul’dan karayoluyla ulaşmak da çok zor değil. TEM Otoyolu üzerinden ilerleyip Adapazarı'nda Akyazı çıkışından girdikten sonra karşınıza çıkacak Ankara tabelalarının yardımıyla Beypazarı'na ulaşmak oldukça kolay. Karayolu yapısı düzgün ve seyahate elverişli.Ankara'dan Beypazarı'na kadar olan yol duble yol olarak hizmete açılmış durumda.

Beypazarı’na daha uzak illerden uçakla seyahat ederek gelmek isteyen ziyaretçiler Ankara Esenboğa Hava Alanı’ndan karayoluyla devam ederek ilçeye ulaşabilirler. Demir yolu tercih edenler de yine Ankara’dan karayoluna aktarma yaparak devam edebilirler.

Aksaray Ulu Camisi

Aksaray Ulu Camisi Karamanoğulları döneminde, Alaaddin Bey’in oğlu Karamanoğlu II. Mehmet Bey zamanında (1402-1424) başlanmış ve oğlu II.İbrahim Bey zamanında (1424-1463) zamanında tamamlanmıştır. Caminin Mimarı Mehmet Firuz Bey’dir.

Caminin portali Selçuklu döneminin tipik örneklerinden olmasına rağmen, yapılan onarımlardan ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Zamanla önündeki avlunun zemini yükselmiş bundan ötürü de portal alçak olarak görülmektedir. Portalin iki tarafında dışarıya taşkın çıkmalar olup, hafif yuvarlak kemerli girişin üstü sivri bir şekilde sonuçlanmaktadır.

Kesme taştan yapılan Ulu Cami’nin dışına destek amaçlı koyulan payandalar cephenin görünümünü çirkinleştirmiştir. İç mekan mihrap duvarına dikey olarak beş sahından meydana gelmiştir. Her sırada dörder tane olmak üzere 16 sütunun oluşturduğu bölümler çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bu sütunlar birbirlerine kemerlerle bağlanmıştır.Yalnızca kubbe önü ile müezzin mahfilinin üzeri küçük kubbelerle örtülüdür. İç mekan girişin iki yanında ve mihrap duvarında üçer pencere ile aydınlatılmıştır. Caminin kuzey yönü iki katlı olup, ikinci kattaki bölümler de tonozlarla örtülmüştür.

Aksaray’da Kılıçaslan’ın yaptırmış olduğu cami harap olunca, minberi oradan alınarak Ulu Cami’ye yerleştirilmiştir. Bundan ötürü de Ulu Cami’nin Selçuklu eseri olduğu sanılmıştır. Oysa Ulu Cami Karamanoğulları dönemi Ulu Cami tipindedir. Selçuklu ağaç işçiliğinin en güzel eserlerinden olan minber abanozdan olup, üzerinde kabartma tekniğinde geometrik şekiller bulunmaktadır.

Caminin ilk minaresinin ne şekilde olduğu bilinmemektedir. Bugünkü minaresi ise 1925 yılında yapılmıştır.Kaynak.aksaray.bel.tr

Aksaray Tarihi

MÖ. 7000-6000 yıllarında Neolitik devirde Anadolu medeniyetinin ilk izlerini gördüğümüz Konya yakınlarındaki Çatalhüyükte Hasandağı’na dolayısıyla Aksaray’a ait vesikalara rastlanmaktadır. Burada Hasandağı’nın lav püskürttüğünü tasvir eden bir kazıntı resme rastlanmıştır. Neolotik dönemde Aksaray ve çevresi iskan görmüştür. Kalkolitik ve eski demir devirlerinde iskan olup olmadığı bilinmemekle birlikte çevre köylerde (Böget ve Koçaş) bu döneme ait seramiklere rastlanmaktadır.

   MÖ. 3000-2000 yıllarında Anadoluda Hatti kavmi yaşanmıştır. Bu dönemde Asurlu tüccarlar Mezopotamya’dan gelerek şehirlerin banliyölerinde ticaret merkezi kurmaya başlamışlardır. Hüyük, MÖ. 3000’den itibaren iskan edilmiştir. Acemhüyük’ün en parlak devirleri MÖ. 2000 yılının ilk yarısına isabet etmektedir.

   Koloni döneminin sonlarına doğru, MÖ. 1700 yıllarında Kafkaslardan gelen, küçük şehir devletleri kuran ve Anadolu’da, askeri bir devlet halinde bir kavmin varlığı görülmektedir. Hint-Avrupalı olan bu kavmin Anadolu da siyasi iktidarı ele geçirerek kurduğu devlet, eski Hitit Devletidir. Aksaray’da Hititlere ait eserler bulunmamakla beraber mağlup memleketler arasında Aksaray’ın adı geçmektedir.

   Orta Anadolu’da MÖ. 13yy. sonlarına kadar devam eden Hitit egemenliği MÖ. 12 yy. da batıdan (Trakya) gelen ve deniz kavimleri olarak bilinen kavimlerin en güçlüsüdür.Yanardağ küllerinin sıkışmasından oluşan tüf tabakalarının çok kolay kazılabilme özelliği nedeniyle bölgemize çok sayıda yer altı şehri ve dik yamaçlara kaya içinde yerleşme birimleri yapılmıştır.

   7 yy. sonlarından itibaren Müslüman Arapların Anadolu üzerinden İstanbul’a yaptıkları sefer nedeni ile bölgeye sığınan Hıristiyanların sayısı çok artmış, Ihlara Gelveri ve Göreme gibi yerleşim birimleri oluşmuştur.

  Aksaray, 1142 tarihinde Selçuklular tarafından zapt edilmiş ve 1470 yıllarındaki Osmanlı hakimiyetine kadar İlhanlı, Danişmentli, Karamanoğulları egemenliğinde kalmıştır. 1470 yıllarında Aksaray’ı ele geçiren İshak Paşa tarafından, Fatih Sultan Mehmet’in emri ile halkın bir bölümü İstanbul’a nakledilmiştir.Kaynak.aksaray.bel

Ihlara Vadisi Aksaray

İç Anadolunun güzel illerinden olan Aksaray İlinin Güzelyurt İlçesi’ne bağlı Ihlara Kasabası’nda bulunan Ihlara Vadisi toplam 14 km’lik uzunluğu ile dünyanın en uzun 2. vadisi olan Ihlara Vadisi, görülmeye değer doğal güzelliklerden birisidir. Tam 382 basamakla inilen vadide pek çok kaya kilisesi bulunmaktadır.

Ihlara Vadisi’nin doğal oluşumu, korunaklı yapısı, burayı özellikle Hristiyanlığının yayılışının ilk yıllarında, Hristiyanlığın önemli bir yeri haline getirmiştir. M. S. 4. yüzyıldan itibaren bir manastır merkezi olan Ihlara Vadisi’nde, döneminin fresk, resim sanatı özelliklerini barındıran pek çok kaya kilise bulunmaktadır.

Vadiyi boydan boya kat eden Melendiz Çayı’nın serin suları size eşlik ederken hem tarihle hem de doğayla iç içe bir yolculuğun tadını çıkarabilirsiniz.

Müzekart’ın geçerli olduğu Ihlara Vadisi Örenyeri’ne biletle girmek isteyenler için giriş ücreti 8 TL.

Ihlara Vadisi Nerede? Aksaray’a 40 km, Güzelyurt ise 7 km mesafededir.Kaynak.Aksaray Belediyesi

Cirit Oyunu Hangi İlimizde Oynanır

Cirit, bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya bu atlı oyunu da dolu dizgin beraberlerinde getirmişlerdir Türkler için at, mukaddes ve vazgeçilmez bir unsurdur At sırtında doğar, at sırtında büyür, at sırtında savaşır, at sırtında ölürlerdi At sütü kımız Türklerin yegâne içkisi idi Cirit Oyunu, Türklerin en büyük tören ve sportif oyunu idi Daha sonra 16 yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir Savaş Oyunu olarak kabul edildi 19 yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu Cirit, aynı zaman tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında II Mahmut tarafından yasak edildi Fakat daha sonra yine Osmanlı Ülkesi'nin başta gelen meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı

Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir'de tarihe karıştı

Buna rağmen halen Anadolu'nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu'nu oynamaktadır Büyük şehirlerimize karşı köy ve kasabalarımızda yaşamaktadır Sinop köylerinden Gaziantep'e, Bursa'dan Antalya'ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu'da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır Ayrıca Yurtdışı İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir

Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır

1972 yılı eylül ayında Konya Turizm Derneği'nin teşebbüsüyle Konya'da bir Cirit Oyunları Şenliği düzenlenmiş, bu şenliğe Erzurum ve Bayburt Cirit Takımları katılmış ve büyük başarı sağlanmıştır Cirit Oyunu Konya'da yeniden geleneksel olarak canlandırılmaya çalışılmaktadır

Cirit Oyunu'nda iki takım bulunur Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 6'şar, 8'er veya 12'şer kişi olarak dizilirler Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda cirit alırlar İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır Karşı tarafın oyuncularından birisinin adını seslenerek meydana davet eder Sağ elindeki ciriti ona doğru savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar Karşı tarafın davet edilen oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar

Oyun böylece sürer Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır Eğer ciritçi attığı çavganı rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder

Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna ağar Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler

Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cmkutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır Kabukları yontulur Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir

Seyredenler ciritçileri ve atları teşvik için çeşitli şekilde bağırır, onları heyecana getirirler

Ciritçiler arasında birbirine hasım olanlar varsa, bunların karşı tarafta yer almamasına dikkat edilir, aynı dizi içine dahil edilirlerGençler büyüklerinin bu görüşüne boyun eğer Büyükler de bu töreye uyarlar Eski ciritçilerden bir kurul, oyunun sonucunu ilân eder

Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafetler verir

Cirit Oyunu Alpaslan'la beraber Anadolu'ya girmiş daha sonra Avrupa'ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır 17 yüzyılda Fransa'da, Almanya'da ve diğer ülkelerde de Cirit Oyunu yayılmıştır

Konya Turizm Derneği'nin 1972 eylülünde düzenlediği Cirit Oyunları Şenliği dikkatleri tekrar bu ulusal sportif savaş oyunumuzun üstüne çekmiş bulunmaktadır Bütün Yurt'da ilgi görmesi ve canlanması bu tür oyunlarımız için bir kazanç olacaktır

CİRİT OYUNUNDA KULLANILAN TERİMLER 

Değnek; Diğnek, Deynek: Çeşitli yörelerde cirit oyununa verilen ad
Cirit Havası: Cirit oynanırken davul ve zurna ile özel ritmlerde çalınan ezgilerin tümü ya da bir tanesi
At Oyunu: Ciritin Tunceli ve Muş yöresindeki adı
At Oynatma Havası: Tunceli ve Muş yörelerinde ciritten önce at oynatma için özel ritmlerde çalınan ezgi ve ritmlere verilen ad
Rahvan: Atın iki ayakla koşar gibi aynı yanda bulunan ayaklarını aynı anda atarak yaptığı, biniciyi sarsmayan bir yürüyüş şeklidir
Rahvan At: Biniciyi sarsmadan yürüyen at
Tırısa Kalkmak: Atın çaprazlama ayak atarak hızlı ve sarsıntılı yürüyüşüne denir
Dörtnal: Atın en hızlı koşuşu
Hücum Dörtnal: Atın en hızlı koşuşunun daha ilerisinde bir süratle hedefe at sürme
Adeta: Atın düz yürüyüşü
Aheste: Atın ağır ağır, arka kalçalara yüklenerek yürüyüşü
At Başı: İki atın bir hizada oluşu
At Cambazı: Ciritte at üzerinde beceri ve hüner gösteren binici
At Oynatmak: Ciritte hüner göstermek
Sipahi, Sipah, İspahi: Eskiden Yeniçeriler zamanında bir sınıf atlı askere denirdi Fakat iyi at binen kişilere de at oyunlarında becerisi olan oyunculara da çeşitli yörelerde bu adlar kullanılmaktadır
Seymen Olmak: Ulusal giysilerin yöreye ait olanlarının düğün nedeni ile Ankara dolaylarında giyilmesine denir
Osmanlı: Atlı, suvari, anlamında kullanılmaktadır
Menzil: Ciritte at üzerinde sıra biçiminde duranlara verilen ad
Alan: Cirit meydanına verilen ad Cirit oynanan yer
Şehit: Ciritte isabet alıp ölenlere verilen ad
Acemi: Savurduğu ciriti ata değen oyuncuya denir

Cirit Oyunu

Cirit, Bir Diğer Deyimle Çavgan, Türklerin Yüzyıllardan Beri Oynadıkları Bir Ata Oyunudur. Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya Bu Atlı Oyunu Da Dolu Dizgin Beraberlerinde Getirmişlerdir. Türkler Için At, Mukaddes Ve Vazgeçilmez Bir Unsurdur. At Sırtında Doğar, At Sırtında Büyür, At Sırtında Savaşır, At Sırtında Ölürler...


X